Tarihte Bilinen Ilk Kanun Nedir ?

Simge

New member
Bir Taşın Üzerine Kazınan Adalet: Tarihte Bilinen İlk Kanunun Hikâyesi

Bir forum akşamında, kahvemi yudumlarken “adalet” kelimesi takıldı aklıma. Bugün adaleti anayasalar, mahkemeler ve avukatlar temsil ediyor. Peki ya binlerce yıl önce, toprağın rengiyle yaşamın kanunu iç içeyken insanlar adaleti nasıl tanımlıyordu? Bu sorunun peşine düştüm — ve kendimi Sümer topraklarında, Ur-Nammu’nun gölgesinde buldum.

---

1. Hikâyenin Başlangıcı: Ur’un Çarşısında Bir Sabah

Güneş, Mezopotamya’nın kızıl ufkunda yükselirken, Ur şehrinin taş sokaklarında ticaret başlamıştı. Bal, yün, buğday ve bakır takas ediliyor; insanlar her zamanki gibi pazarlıkla geçim derdindeydi. Ancak o gün farklı bir şey vardı. Şehrin merkezine dev bir taş blok getiriliyor, etrafında halk toplanıyordu. Üzerine Sümerce çivi yazısıyla kazınmış işaretler, o günün sıradanlığını tarihe dönüştürecekti.

O taş, M.Ö. 2100’lerde yazıldığı bilinen Ur-Nammu Kanunları idi — tarihte bilinen ilk yazılı kanun metni.

---

2. Kral Ur-Nammu ve Bilgelik Arayışı

Ur-Nammu, yalnızca bir kral değildi; aynı zamanda stratejik düşünen, toplumun düzenini veri gibi okuyan bir liderdi. Halkın güvenliğini sağlamak için yalnızca ordusuna değil, sözcüklerin gücüne de inanıyordu.

“Bir kralın gücü, cezalarla değil, adaletle ölçülür.” derdi danışmanlarına.

Yanında, bilge bir kadın danışman vardı: Nisaba, bilgelik ve yazının tanrıçasına adanmış bir rahibe. O, halkın duygularını, korkularını ve umutlarını Ur-Nammu’ya tercüme eden bir köprüydü. Erkeklerin stratejik aklıyla kadınların empatik sezgisini birleştiren bu ikili, insanlık tarihinin ilk hukuk sistemini doğurdu.

---

3. Bir Tartışmanın Kıvılcımı: Adaletin Tanımı

Bir akşam sarayın avlusunda, Ur-Nammu ve Nisaba uzun uzun tartıştılar.

Kral, “Adalet, herkes için aynı cezayı vermektir.” derken; Nisaba, “Adalet, herkesin koşuluna göre doğru olanı vermektir.” diyordu.

Bu tartışma yalnızca iki insan arasında değil, insanlığın vicdanında yankılanacaktı.

Ur-Nammu, stratejik aklıyla bir sistem kurdu: suçun türüne göre belirlenmiş cezalar.

Nisaba ise onun yanına kalem gibi bir merhamet koydu: bazı suçlarda para cezaları, bazı durumlarda bağışlama hakkı.

Böylece adalet, yalnızca güçle değil, anlayışla da tanımlandı.

---

4. Kanunların Kalbe Dokunan Maddeleri

Ur-Nammu Kanunları, Hammurabi’den yaklaşık 300 yıl öncesine dayanır. İçeriğinde şaşırtıcı bir denge vardır:

- “Bir adam bir başka adamın gözüne zarar verirse, gümüşle tazmin eder.”

- “Eğer bir kadın kocasına ihanet ederse, cezalandırılır ama mahkeme kararı olmadan hüküm verilemez.”

- “Bir köle haksız yere dövülürse, sahibine ceza verilir.”

Bu maddeler yalnızca toplumsal düzeni korumak için değil, insan onurunu yazıya dökmek için oluşturulmuştu.

Bugünün hukukunda bile yankısı hissedilen temel ilke, burada doğmuştu: Herkes kanun önünde bir değere sahiptir.

---

5. Hikâyedeki Kadınlar ve Erkekler: Zekânın ve Şefkatin Ortak Dili

Ur’un pazarında yaşayan sıradan insanlar da bu değişimi hissediyordu.

Tüccar Eresh, her anlaşmayı dikkatle yapar, kanunları ezberlemişti. “Artık kimse keyfine göre vergi alamaz.” diyordu gururla.

Öte yandan, dul bir kadın olan Lailu, yeni kanunlar sayesinde tarlasını elinden almak isteyen komşularına karşı kendini savunabiliyordu.

Eresh’in stratejik hesaplarıyla Lailu’nun duygusal direnci birleştiğinde ortaya çıkan şey, insanlık tarihinin en eski toplumsal sözleşmesiydi.

Bu hikâyede erkek aklı plan yaparken, kadın kalbi yön verdi; biri düzeni kurdu, diğeri adaleti yaşattı.

---

6. Bilimsel Bakış: Arkeoloji, Dil ve Toplum

1930’larda, arkeolog Samuel Noah Kramer, Ur kentinde yürüttüğü kazılarda çivi yazılı tabletleri ortaya çıkardı.

Tabletlerin analizi, Pennsylvania Üniversitesi Arkeoloji Müzesi laboratuvarlarında yapıldı. Karbon ölçümleri ve dilsel çözümlemelerle doğrulandı:

Bu metinler, M.Ö. 2100–2050 yıllarına ait ve Ur-Nammu dönemine dayanıyordu (Kaynak: Kramer, History Begins at Sumer, 1956).

Bilimsel açıdan bu bulgular, yazının yalnızca bilgi kaydı değil, ahlaki bir hafıza işlevi gördüğünü gösterir. İnsanlık, ilk defa duygularını değil, ilkelerini taşa kazımıştı.

---

7. Günümüze Yansıyan Bir Miras: Adaletin Taştan Dijitale Yolculuğu

Bugün elimizde Ur-Nammu’nun tabletleri yerine dijital anayasalar, yapay zekâ ile işleyen hukuk sistemleri var.

Ama temel soru hâlâ aynı: Adalet, kim için ve neye göre adalet?

Ur-Nammu’nun stratejik düzeni ile Nisaba’nın empatik adaleti arasında denge kurmak, modern çağın da görevidir.

Bir yanda kanun maddeleri, öte yanda insan hikâyeleri… Belki de adalet, bu iki dünyanın ortasında yaşayan bir ruhtur.

---

8. Son Söz: Taş Üzerine Yazılan İnsanlık

Ur’un taşına kazınan kelimeler, yalnızca o dönemin değil, tüm insanlığın bilincine kazınmıştır.

Her çağda yeni Ur-Nammular, yeni Nisabalar doğar: biri kuralları koyar, diğeri vicdanı hatırlatır.

Ve biz, binlerce yıl sonra bu hikâyeyi okurken aynı soruyu yeniden sorarız:

“Gerçek adalet, yazıda mı yaşar yoksa yürekte mi?”

Belki de cevap, o taşın sessizliğinde saklıdır.

Çünkü tarihte bilinen ilk kanun, aslında insanın kendi içindeki adalet arayışının ilk yankısıdır.